29 Mayıs 2008 Perşembe

Year of the Dragon (1985)



Çok fazla film üretmemiş olsa da kariyeri hep iniş çıkışlı olan bir yönetmenin filmidir bu: Michael Cimino’nun. The Deer Hunter filmi ile hatırı sayılır bir takdir topladıysa da sonraki filmlerinde ne eleştirmenler ne de izleyici nezdinde aynı mertebeye yükselebildi, söz konusu bu filmi saymayacak olursak. Hoş, gerçi The Deer Hunter filminin başarısı kimilerince hala tartışılır. Velhasılıkelam birilerince övülürken diğer bir kesimce ‘’övülmesinin nedenleri’’ tartışılır bu ismin günümüzde de. Naçizane fikrimi dile getirecek olursam ben de Cimino’yu sinemanın üstatlarından görmem lakin bu denli vurun abalıya muamelesi görmesi filmlerinin tartışılacak kadar derin olabileceğinin ve ciddiye alınması gerektiğinin ipucunu veriyor(çıkışı düğüm olan bir ipucu).

Esas filmimize gelecek olursak genç Joey Tai’nin Çin Mahallesi’nde hüküm sürdüren mafyanın lideri olması ile Stanley White’ın o bölgeye görevli polis memuru olarak atanması hemen hemen aynı zamana denk düşer. Ve ikili üzerinde kurulan filmin çatışması diğer olayları da tetiklemeye başlar.

Daha ilk dakikasında kasvetin yoğun şekilde hissedildiği ölümcül bir dünyanın içine adım atmak üzere olduğunu anlıyor seyirci. Michael Cimino küçük çaplı da olsa(Çin Mahallesi) içinden çıkması zor bir dünya vaat ediyor. Öyle bir dünya ki en az Stanley White'ın evinin içi kadar problemli. Karısının bozulan çamaşır makinesini kendi elleriyle tamir etmeye çalışması, elini attığı muslukların elde kalması polis memurunun işinin ne denli kompleks bir halde olduğuna dair ufaktan sinyaller veriyor.
Filmdeki Çinlilerin hemen hemen hepsinin katil, kumarbaz, eroin bağımlısı, kalpsiz, korkak gibi önadlarla resmedilmesi sorunsalı ise filmin Çin'de nasıl karşılandığı konusunda merak teşkil etmiyor desem yalan olur. Esas oğlanın gidip de Çinli bir kıza aşık olması gönül almak adına uzatılan bir gül müdür yoksa çelişki midir karar veremedim. Ancak çelişkiden bahsetmişken filmin son sekansından hemen önceki doruk sahnede olabilmesi mümkün bütün kötü sıfatlarla(bir sahnede kendisini hayli yardımsever gördüğümüzü ıskalamayalım) ete kemiğe bürünen Joey Tai’nin gösterdiği erdem ne derece doğal bir tepkidir bilinmez… Öte yandan filmin iyi adamı da etik olarak bakınca pek de ahlakçı birisi olarak değerlendirilemez, bu da sözü şuraya getiriyor; bu hikaye kötüler ile kötüler arasında geçen galibiyet savaşıdır. Zira film boyunca Stanley’nin aldığı kararlar büyük oranda felaketle sonuçlanıyor ve her hareketinde kendisine pragmatist bir tavırla rol biçiyor. Hatta bu hikayede yer almasının ve inadının temelinde de geçmişinden kalma Vietnam saplantısı en büyük etken, kim aksini iddia edebilir ki! İyi bir polis değil kesinlikle, kendini kaybedip suçlulara hiç çekinmeden saldırabiliyor kısacası bir çok hareketinde idine hizmet ediyor.

Bütün bunlar bir yana haddizatında filmde Capt. Stanley White rolündeki Mickey Rourke'ın(henüz 28 yaşında) performansı yer yer yönetmenin bile önüne geçiyor. Zira Oliver Stone tarafından kaleme alınan senaryodaki ana karakterin nasıl resmedildiği gözetilmeksizin tuhaf/gizemli bir çekimi olduğu iddia edilebilir. Filmde sık sık değinilen ırkçılık ise biraz kör gözüm parmağına bir hal almış, söylemeden geçemeyeceğim.
7/10


Hiç yorum yok: